15 Ocak 2009 Perşembe

TOPLUMU YÖNLENDİREN POLİTİK PARADİGMALAR

TOPLUMU YÖNLENDİREN PARADİGMA POLİTİKALARI
Toplumsal paradigmaların oluşmasında, sosyo-ekonomik gelişmelerin ve bu konular üzerinden oluşturulan siyasi politikaların rolü olduğundan bahsetmiştik. Yüzyıllardır, dünya üzerinde var olan güç ve iktidar kavgalarını sürdürenlerin en önemli silahları, toplumlar olmuştur. Toplumlar üzerinden yürütülen ekonomik ve siyasi politikaların, toplumlara hiç bir faydası olmadığı gibi, bu sayede ortaya çıkan yaşam modellerinin de, toplumun ortak çıkar ve menfaatlerini güçlendiren,toplumları ayakta tutan,birlik ve beraberlik duygularını ortadan kaldırarak, kendi içlerinde bölünmeye yönelik bir sistemin oluşmasını öngörmektedir. Buna göre ,bölünmüş ve ekonomik gücü zayıflatılmış toplumları yönetmek her zaman daha kolay olmuştur. (B.O.PROJESİ) Böl ve yönet mantığı hakim olan bu sistemin içinde yer alacak toplumlar, artık yaşamsal algılamalarını sistemin kendisine sunduğu olgular içerisinde, farkında olmadan tamamen kendilerini yönetenlerin menfaatleri doğrultusunda oluşturmak durumundadırlar. Buna en güzel örnek de, günümüzde yaşanan türban sorunudur. İnsanlar kendilerine dayattırılan bu siyasi paradigmayı, farkında olmadan, sanki toplumun öngördüğü bir paradigmaymış gibi yaşayarak, toplumu kendi içinde bölünmeye yönelik bu çalışmaya hizmet veriyor oluşlarıdır. Aynı 80 öncesi yapılan toplum içinde siyasi bölünmeler gibi...

Toplumsal bölünmeleri oluşturan unsurları, öncelikle, ABD devletinin kurgulanmasından sonra ortaya çıkan yeni dünya düzeni adı altında oluşturulmuş politikaların ve bunun üzerinden yeniden yapılandırılan dünya ekonomilerinin üzerinden ele almak gerekir. Noam Chomsky(Dilbilimci, Sosyolog), son beş yüzyıldır yaşananları öğrenmenin genel bir tarih bilgisinden öte, bugün neler olduğunu ve mevcut işleyişin farkına varma adına önemli olduğunu belirtmektedir. Amerikan yaşamının zihinleri alt üst eden ideolojik baskısından özgür olmalıdır diye yazan Noam Chomsky, ABD'de devletin üst kademelerinin ve büyük şirketlerin düşünceyi ve düşünen halkı düşman gördüklerini, bunun için halkın düşüncelerini kontrol etmek için çaba sarf ettiklerini sosyalist düşüncenin diğer ülkelere göre çok düşük olduğunu örnek olarak ABD gibi büyük bir devletin sadece emperyalist bir belediye başkanına sahip olduğunu, düşünceleri kontrol etmek için medyanın kontrol edildiğini toplumun depolitize olmuş bir yapıya sahip olduğunu bu nedenle toplum genelinde dini bağlılığının diğer ülkelere göre daha yüksek olduğunu belirtmektedir. Bu kontrol mekanizması nedeniyle Noam Chomsky'nin de aralarında bulunduğu muhalif entellektüeller medyada yer edinememekte, marjinalize edilmekte, düşüncelerini geliştirecek ortamlardan yoksun bırakılmaktadırlar. Nasıl? Bu anlatılanlar size tanıdık geldi mi?
Noam Chomsky'nin anlattıklarıyla, son yüzelli yıldır içinde bulunduğumuz toplumun yönetilme şekliyle birebir örtüştüğünü görüyoruz. Ve biz hala, özgür bir toplum olduğumuzu, kendi irademizle kendimizi yönettiğimizi düşünüyoruz. Daha doğrusu uygulanan politikaların kendi politikalarımız olduğunu düşünüyoruz. Sömürgeciliğin artık globalizm adı altında toplumlara empoze edildiğini ve halka hissettirilmeden sahip olduğu değerler üzerinden ekonomik ve siyasi güçlerini oluşturduklarını görüyoruz.Dolayısıyla, bu sayede oluşturulan kişisel paradigmaların, toplumsal paradigmalara dönüştürülebilmesi için, mevcut paradigmaları ortadan kaldıracak ve bu sisteme hizmet edecek yeni toplumlar ortaya çıkartılarak, toplumun sosyolojik yapısı yeniden düzenlenmektedir. Bu sayede de istenilen yeni düzen biçimi de sadece mevcut güç odaklarına hizmet etmektedir. Özellikle son elli yıldır bu toplumda oluşturulan en etkili paradigmalar: "Başarıya giden her yol, mübahtır veya gemisini yürüten kaptan bin yaşasındır". Elli yıldır bu toplum üzerinde olgunlaştırılmış en bariz paradigmalardır. Bu paradigmalar, Amerika'nın "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" paradigmalarının Türkiye'ye yansımış halidir. Amerika tarafından desteklenen Demokrat partinin kadrolaşıp, ülkeyi ele geçirme düşüncesiyle, Amerikan tendanslı politikalar gereği, toplumun sahip olduğu bütün değerleri paraya çevirmiştir. Ve kadrolaşma çabalarının uzantısı olan, toplumun değer yargılarına ters düşen rüşveti, geliştirdikleri paradigma politikalarla zaman içinde halkın tabanına yaymaya başladılar.Tabii, bu aynı zamanda toplumun genel bakışında artık, siyasete ve siyasetçiye inanılmaz ve güvenilmez bir paradigmanın ortaya çıkmasına sebep oldu. Buna örnek olarak da gazeteci-yazar Cüneyt Ülsever'in 14 Eylül 2008 tarihinde Hürriyet gazetesinde, köşesinde yazdığı Paradigmalar da iflas ederler yazısıdır. Cüneyt Ülsever yazısında;
Türkiye'deki bazı insanların paradigmalarında Cumhuriyet kurumlarının,tamamı ile olmasa da, büyük çapta onları dışladığı düşüncesi vardır. Bu insanların ve Cumhuriyet ile sıkıntısı olmayan diğer bazı insanların ortak paradigmalarında ise siyasetçilerin büyük çapta yolsuzluğa açık insanlar olduğu inancı hakimdir. Siyasetçiler yolsuzluk yapar paradigması,1980'lerin başından itibaren büyük çapta kabul görmeye başlamıştır. diye bahsetmektedir. Ve yazısına şöyle devam etmektedir;
Milli görüş ve cemaatler yıllardır kendi paradigmalarını insanlara sabırla kabul ettirme mücadelesi vermişlerdir. Onların 3'lü paradigmalarına göre:
1-Dindar insan iç gruptur. ( Toplum tarafından benimsenen grup)
Dindar insan, dışlanan insanın bir parçasıdır. Örneğin; Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanlığı sırasında imar izni olmayan bir evde oturduğu için merkez medya tarafından eleştirilirken, İstanbul'da imar izni olmayan evlerde oturan milyonlarca insan onu kendinden bilmiştir.
2- Dindar insandan Allah korkusu vardır.
Dindar insan namusludur,çalmaz,yolsuzluk yapmaz, daima yenilenin yanındadır.
3-Dindar insan iktidar olduğunda her şey düzelir.
Zira o hem dışlanan muhafazakar hayatı merkeze taşıyacak,hem de devlet-vatandaş ilişkisini tersyüz edecektir.
Türkiye insanı sosyalizmi ve diğer sol önerileri dış-grubun önerisi addederek dışlarken, muhafazakar tatlar taşıyan Menderes'leri, Demirel'ler,Özal'ları bağrına basmıştır. Ancak, Özal ve Demirel dönemlerinin 2. paradigmayı ( Dindar insanda Allah korkusu vardır ) doğrulamadığı ortaya çıkmaya başlayınca şüpheler ağır basmaya başlamıştır. Bu şüpheler giderek 3. paradigmanın da sorgulanmasına yol açınca bu dönemler sona ermiştir.
Recep Tayyip Erdoğan, 3 paradigmaya birden sahip insan algılaması yarattığı için iktidar oldu. Erdoğan'ı laiklik ekseninde dövmeye kalkanlar onun her geçen gün daha fazla iç-grup olarak algılanmasını sağladı. Ancak Deniz Feneri 2. paradigmanın sorgulanmasına yol açacak yolu hemen Şaban Dişli'nin ardından aydınlatmaya başlayınca Erdoğan çileden çıktı. Zira, içgüdüleriyle biliyor ki en büyük zaafları 2. paradigmanın sorgulanmasıdır. Bu paradigma yıkıldığı anda da ( Dindar insan iktidar olduğunda her şey düzelir ) paradigması kendiliğinden sorgulanmaya başlanacaktır.

Gazeteci-yazar Cüneyt Ülsever'in yaptığı bu tespitlerden yola çıkarak, Türkiye Cumhuriyet'inde devlet yöneticilerinin ülkeyi yönetmek adına ortaya koydukları devlet politikalarının, dilbilimci Noam Chomsky'nin ileri sürdüğü ABD politikalarıyla birebir örtüştüğünü; ve bunların 1980 ihtilali sonrası yeniden şekillendirilen toplum yapısında, özellikle depolitize edilmiş,düşünmeyi ve sorgulamayı ortadan kaldırmış eğitim sisteminin oluşturulmasına ve toplumun düşünce yapısını kontrol altında tutacak dinamiklerin ( Liderlerin halkın üzerendeki yönlendirici etkisi ve medyanın devlet politikaları doğrultusunda halkı yönlendirmesi ) güçlendirilmesine önem verilmiştir. Bu şekilde oluşturulan bu yeni yapılanmanın, böylesine bir kısır döngü içerisinde toplumların içe dönük olan muhafazakar yapısından faydalanmak suretiyle, bugünkü siyasi oluşumların alt yapısı hazırlanmıştır. Bu bize, ABD'deki yeni muhafazakarların politik programı ile Türkiye'de AKP ve Fethullah Gülen cemaatinin politik hedefleri arasındaki uyumu ve paralelliği göstermektedir. Nasıl ki, ABD'de yeni evangelistler ve
hristiyanlar köktendincilerle bir ittifak halinde ise, işler burada da böyle yürütülmektedir. ABD'nin, 1980 sonrası oluşan Türk hükümetleriyle olan ittifakının sebebi, ihtilalden sonra sosyalist zihniyetin asimile edilip, hükümetlerin merkez sağ partilerinden oluşturulması ve altyapısının 2. Dünya Savaşından sonra oluşturulmaya başlayan Büyük Ortadoğu Projesi'nde ( BOP) Türkiye'nin jeo-politik konumu başrol oynamasıdır.

Ve o dönemde, Türkiye'de bu projenin alt yapısı Özal ve Demirel hükümetleri tarafından hazırlanmıştır. Bu projeyle başlayan, yeni dönem içinde oluşturulan toplum bilinci ve paradigmaları, Türk toplumunun önüne yeni bir sayfa açmış, ve yüzyıllardır sahip oldukları değerleri zaman içinde önüne konan terör ve ekonomik politikalarla yitirerek, kendi içinde bölünmeler yaşamıştır. Ortak hareket etme bilinci ve paradigmaları kişiselleştirilip, ülkenin ortak çıkarları için değil,sadece kendi çıkarları için var olan topluluklar haline getirilmiştir. Buna en iyi örnek de,dönemin Başbakanı Özal'ın ABD tendanslı devlet politikalarının halk tarafından benimsenmesi için, ileri sürdüğü, "Benim memur'um işini bilir" önermesini halka sunmuştur.Ve bunun bir toplumsal paradigmaya dönüşmesi de, önce devlet kademelerinde ve iş hayatında daha sonra bu anlayış toplumun bütün katmanlarında hayata geçirmiştir. Yıllar içerisinde bu paradigma, halk arasında zaman zaman, "Başarıya giden her yol mübahtır" veya "Gemisini yürüten kaptan, bin yaşasın" şeklinde kabul görse de, bu paradigma son otuz yıldır toplum üzerindeki etkisini hiç kaybetmemiştir. Ayrıca, Menderes yönetiminden miras kalan, 'Bal tutan parmağını yalar', (Devlet deniz yemeyen domuz) paradigmaları ilk etapta toplumun ahlaki değerleriyle örtüşmediğinden, toplum tarafından tepkiyle karşılansa da zaman içerisinde enjektörle zerk edilen morfin gibi yavaş yavaş yıllar içerisinde kabul görüp, artık siyetçilerin, millete hizmet vermek için değil, kendilerini zengin etmek için çalıştıkları düsüncesini benimseyip kendi hayatlarında da bu paradigmaları uygulamaya başlamışlardır.Çünkü, Türk Milleti büyük sözü dinler!

Büyük orta doğu projesinin öngördüğü, projeye dahil edilen devletlerin, yokluk ve sefalet içinde tutulup ama yöneticilerin ise zenginliğin zirvesinde olmaları anlayışını, ve bunu, sanki bu tür yaşayışın toplumların kaderiymiş gibi toplumlara algılatılması ve bu algılamaların (paradigmaların) doğrultusunda gün be gün hedefe ulaşma çabalarının ne kadar başarıyla sürdürüldüğünü görüyoruz. Özellikle, ülkemizde bu çabaların, Menderes döneminde başlatılmış olup, Özal, Demirel ve Erbakan hükümetleri tarafından desteklenerek, bugün tek başına iktidar olan AKP'nin altyapısını hazırlanmasında ve bu oluşumun halk tarafından desteklenmesi için Fettullah Gülen Cemaatinin bu hükümetler tarafından teşkilatlandırılıp, oluşturulan politik paradigmalar sayesinde başarıyla sürdürüldüğünü görüyoruz.. Ve projenin en önemli özelliği, toplumun yapısını değiştirmeye yönelik yapılan çalışmaları, topluma hissettirilmeden sanki doğal gelişen bir değişim süreciymiş gibi toplumlara algılatılmasıdır. Zaten paradigma politikaların en vurgulayıcı özelliği budur. Son elli yıldır bu şekilde oluşturulan paradigma politikalarla yönlendirilen Türk toplumu yüksek dozda morfin verilmiş gibi uyutulmuştur ve hala da uyutulmaya devam ediliyor.

Bunun en son örneği ise, anayasada yapılmak istenilen değişikliklerin başında, “Türk Devleti’nin tebaası olan herkes, Türk vatandaşıdır.” ibaresi yerine, “Devlete bağlı, etnik köken farklılığı gözetmeksizin, herkes Türk’tür.” İbaresi getirilmesi istenmektedir.

Burada yapılmak istenilen gerçek niyet, Devlet’in başındaki Türk kelimesi kaldırılarak, Devleti kimliksiz bırakıp, daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, United State haline çevirme çabası vardır. Ve bunu yaparken de dini ve etnik köken kelimeleri kullanılarak, insanların dikkatlerini bu minvalde yoğunlaştırarak, gerçekte yapılmak istenen düşünceden uzaklaştırmak çabasıdır. Burada farklı etnik kökenli insanları aynı seviyede gösteriliyormuş gibi algılatılıp, aslında devletin üniter yapısını bozmaya yönelik bir çalışmadır. Sosyolojide buna paradigma kayması veya değişmesi denir. Yani toplumun kabul ettiği doğrular sistematiğini yani, paradigmalarını (kavramsal algılamalarını) yine topluma hissettirilmeden değiştirilmesidir. Toplum için önem arz eden değerleri veya kalıplaşmış düşünce biçimlerini, topluma hissettirilmeden yerine yeni değerler ve düşünce biçimlerinin oturtulmasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder