PKK’NIN KÖKÜNÜ KAZIMAMAK, BU OYUNUN BİR PARÇASIY MIYDI?
Dün davul zurna eşliğinde PKK teröristlerinin karşılanmasını, bugün Yılmaz Özdil köşesinde öyle güzel anlatmış ki, okuduğumuzda gülüyoruz ama, karşımızda çok acı bir tablo var. Sanki, yapılan savaş sonucunda PKK kazanmış da, şimdi masa üstünde pazarlığa gelen bu katilleri davul zurna eşliğinde karşılıyoruz. Aslında bu gerçeği belki kabul edemiyoruz ama maalesef, bu yaşananların gerçek yüzü budur.
Görüntüleri izlerken, teröristlerin yüzünde hiçbir şekilde bir pişmanlık ifadesi olmadığı gibi, aksine zafer kazanmış bir edayla yaptıkları açıklamalarda açıkça, eve dönmeye ya da teslim olmaya değil, elebaşlarının istekleri doğrultusunda masada haklarını almaya geldiklerini ifade ettiler.
Silah bırakmak böyle mi oluyor?
Hükümet de bunu millete, “Bak pişman oldular, geri döndüler, şimdi biz onları af yasasından faydalandırıp, sizlerin arasına salacağız. Aman! Sizde bağrınıza basın” diyor.
Öyle de yaptılar. Şu anda bu katil teröristler serbest bırakıldı, aramıza salındı. Ama hala suçu ne olduğu belli olmayan bir sürü insan aylardır, Ergenekon davası sebebiyle hapis yatıyor.
Gelişen olaylara bakınca, nasıl bir oyuna getirildiğimizi şimdi daha iyi anlıyoruz.
Hem dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olacaksın, hem de bu çapulcu sürüsüyle baş edemeyip, isteklerine boyun eğeceksin.
Bu size inandırıcı geliyor mu?
PKK yürüttüğü mücadeleyi hangi yollardan yapmışsa, bunca yıldır başa gelen iktidarlar da sorunu çözmek adına aynı yollardan feyiz aldılar. Şimdiki hükümet bu geleneği sürdürüyor diye niye kızıyoruz ki? Yıllarca PKK’nın uyuşturucu kaçakçılığına göz yuman, kara para aklamasına ses çıkarmayan, hatta şu veya bu yollarla PKK’ya silah ve yiyecek yardımı yapanlar, bugün “demokratik açılım” adı altında bize ne yapmamızı söylüyor ve bizim yöneticilerimiz de eskiden beri süre gelen bu geleneği yerine getirmek için, onların isteklerini yerini getirmeye çalışıyorlar.
Aslında bizim yıllardır savaştığımız bu çapulcu sürüsü olarak gördüğümüz teröristler değil, onları besleyip, güçlendiren, bugün aralarına girmeye çalıştığımız devletlerdir. “Tavşana kaç tazıya tut” dendi. Bu durumu yıllardır başa gelen hükümetler de, millet de çok iyi biliyordu. O zaman başa gelen hükümetler bu sorunu kökünden halletmek için, niçin bir girişimde bulunmadılar?
Sorduğum bu soruyu bir şekilde, bugün Ahmet Altan “Barışa Alışmak” yazısında cevaplıyor:
“Yirmi beş yıl savaşan bir ülke uyuşturucuya alışır gibi, alışır savaşa. Bir tür savaş bağımlısı olur. Çünkü o halkı savaşa ikna etmek, yirmi beş yıl süren bir savaşı meşru göstermek için yoğun bir propaganda bombardımanı yapılır. Düşmanın kötülükleri sıralanır, düşman aşağılanır, her konuda haksız olduğu sıralanır. İnsanlar bunları okudukça, televizyonlarda gördükçe öfke dolarlar kinlenirler. Sonra barış vakti gelir. İşte sorun o zaman başlar. Çünkü barışı destekleyecek olanlar, barışı övecek olanlar yıllardır savaşı övmüş olanlardır” diyor.
Tabi, hak aramak için silahı alıp masum insanları öldürmek çok doğal bir hak olduğundan, böyle bir durumda yapılması gereken, düşmanın yaptıklarına mazeret bulmak ve düşmanı övmektir.
Yazdığı son cümleye dikkatinizi çekmek istiyorum. “Barışı destekleyecek olanlar, yıllarca savaşı övmüş olanlardır” diyor. İşte bu nokta da kendisine katılıyorum. Yılanın başı çok küçükken ezilebilecekken, ezmeyip, bunu yıllardır ülkenin en önemli sorunu halinde gündemde tutmuş olmak, bugüne kadar başa gelen hükümetlerin bu durumdan siyasi çıkar sağlamak ve bu savaşı besleyen devletlere hoş görünebilmek için binlerce masum insanın ölmesine, sakat kalmasına göz yummuştur. Hiçbir zaman bu sorunu kökünden halletmek için bir politika uygulamadılar. Bunun seksen öncesi dış mihraklar tarafından desteklenmiş sağ-sol savaşından hiçbir farkı yoktur. Önce kaosu yarat, sonra istediğin düzeni, barış adı altında desteklediğin hükümetler vasıtasıyla oluştur.
Bu işin sorumlusu olarak sadece PKK’yı ya da onları besleyenler olarak görmek, hiç de doğru bir bakış açısı değildir. Başa getirdiğimiz insanların da bu işte çok büyük sorumlulukları olduğunu unutmamamız gerekiyor. Sizin haklarınızı mecliste savunsun diye seçtiğiniz insanlar, kimlerin haklarını savunuyor?
Belki bir çok kişiye, bunları okumak, çok bildik şeyler olduğu için sıkıcı gelebilir.
Peki, Kaç kişi bunun böyle olduğunu bilmesine rağmen çevresinde bu konuları rahatça konuşabiliyor, tartışabiliyor?
Bütün mesele de bu zaten.
Bilip de bilmemek, görüp de görmemek, duyup da duymamak….
Gerçekleri yok saymak, bize kabul ettirmeye çalıştırdıkları asla aklı başında insanların kabul edemeyeceği zeka seviyesi düşük bahanelerin arkasına sığınmak, bugüne kadar bu millete ne kazandırdı? Diye sormak istiyorum.
SAADET TOKSÖZ.
21 Ekim 2009 Çarşamba
Biz gerçekten zeka seviyesi düşük bir toplum muyuz?
BİZ GERÇEKTEN ZEKA SEVİYESİ DÜŞÜK BİR TOPLUM MUYUZ?
Bugün, ülke gündemini belirleyen haber başlıklarına bakınca, nasıl bir çelişkinin ve hayal dünyasının içinde tutulmaya çalışılıyoruz? Diye sormadan edemedim. Aynı zamanda, “Biz gerçekten zeka seviyesi düşük bir toplum muyuz?” ki, böyle bir muameleye maruz kalıyoruz diye düşünmeden de edemiyorum. Yaşanan olaylara ve yapılan söylemlere bakınca, böyle bir sonuç çıkıyor.
Konuya, Başbakanın bir açıklamasıyla başlamak istiyorum.
Haber başlığı şöyle: “HALKIMIZIN VİCDANINA SÖZCÜLÜK ETTİK”
İsrail’in Konya’daki “Anadolu Kartalı” tatbikatından dışlanmasına karşılık, Başbakanın yaptığı açıklama:
“İsrail Gazze’de kitle imha saldırılarıyla kadın-çocuk demeden 1500 kişiyi öldürdü. Goldstone raporu var. Halkımızın vicdanını göz önüne aldık. Çünkü halkım İsrail’in tatbikata katılmasını istemiyordu”
SORU 1: İsrail bunu ilk defa mı yapıyordu? Yoksa siz yeni mi fark ettiniz?
SORU 2: İsrail’in Konya’daki 3’üncü ana jet üssünde eğitim ve tatbikat yapmasına, halkın isteği doğrultusunda mı karar verilmişti? Şimdi halkın istekleri doğrultusunda kararlar alınıyor.
Böyle, inandırıcılıktan çok uzak açıklamalara, insanların inanmasını beklemek ya da kimsenin inanmayacağını bilmesine rağmen konuşmak, halkın zekasını küçümsemeye çalışmak demek değil midir?
* * *
Bir başka başlık: “DOSTLUK GALİP GELDİ”
İnsanların dostluk anlayışı futbol maçına endeksli olması, medeniyet açısından ne kadar yol alındığını gösteren çok önemli bir bulgu…
Bilseydik çok daha önce yapardık!
Hatta PKK ile de dostluk maçı yapılsa da, bu problem ortadan kalksa..
“Türkiye’nin ilk golünden sonra ilk kutlama, Ermenistan Cumhurbaşkanı’ndan…”
Centilmenliğe bakar mısınız?
Diğer yandan Ermenistan halkının, imzalanan protokoller için sokaklara dökülüp, olayı protesto etmelerini sanırım kimse dikkate almıyor. Demek ki, kendi hükümeti tarafından dikkate alınmayan tek halk biz değilmişiz. Bu da bizim için bir teselli kaynağıdır.
SORU1: Protokol imzalanmasına rağmen, Türk hükümetinin “Karabağ olayı çözülmeden sınırların açılmayacağı” şartı ileri sürdüğü dedikodusuna rağmen, Ermenistan Hükümetinin bu konuda taviz vermeyen tutumu karşısında “Ne tür ya da hangi konularda bir uzlaşma sağlandı?
SORU2: En önemlisi de, eğer Ermenistan Hükümeti, Türk hükümetinin şartını yerine
getirmezse futbol maçıyla yakalanan bu dostluğa ne olacak?
SORU3: Merak ettiğim bir başka konuda, diasporadan futbol maçına katılım oldu mu? Onlar bu dostluğa nasıl bakıyorlar?
Bu sözde dostluğa halk olarak inanmak isteriz ama, “biz tarih yapıyoruz” diyenlerin, gerçekten de tarih mi yaptıklarına, yoksa bizimle kafa mı bulduklarına? Henüz karar verebilmiş değiliz.
* * *
Bana göre günün en önemli açıklaması, TÜSİAD Uluslararası Koordinatörü Bahadır Kaleağası’ndan geldi.
Başlık şöyle: “TÜRKİYE’NİN BEŞ YILDA AB’ YE ÜYELİK KOŞULLARI”
Özellikle, 1’inci madde çok ilgimi çekti.
Şöyle diyor: “ 1. Kopenhag kıstaslarına uyum: Demokrasi, hukuk devleti, laiklik, insan hakları, düşünce özgürlüğü, bağımsız yargı, özgür medya”
SORU 1. Bütün bu kriterleri biz bu hükümetle mi yerine getireceğiz?
İyi de AB’nin bize verdiği karnede, hükümetimizin icraatlarına verilen notlarda, bütün bu sayılan maddelerden sınıfta kaldığını görüyoruz. Benim aklıma şöyle bir şey geliyor. AB, ya hükümetimizin icraatlarına bakıp, kriter geliştiriyor ya da onlar da bizimle kafa buluyorlar.
Niye derseniz?
“Devam eden Ergenekon soruşturması ile hukukun egemenliği daha işlevsel hale geldi” diyerek, bize sınıf atlatırken, “Ergenekon davasında, hukuk kurallarına, özellikle sanık haklarına uyulmalı” diyerek, bizi sınıfta bırakıyorlar.
SORU 2. Şimdi biz bu durumdan ne anlamalıyız? Hukuk devleti olarak, bu konuda geçtik mi yoksa sınıfta mı kaldık?
Bence onların da bu konuda kafaları bayağı karışmış.
Bir de, üyelik koşulları için olması gereken 4’üncü maddeye de dikkatinizi çekmek istiyorum.
4. Madde: “Çağdaş, dinsel ve etnik dogmalardan arınmış bir merkez sağ ile çağdaş ve Avrupalı bir merkez sola açılan siyasal partiler yelpazesi ve demokrasi kültürü” olması gerekiyormuş.
Bundan 8 yıl önce ülkenin tek problemi ekonomik sorunlar iken, AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte, PKK terörü hortlatılarak, nur topu gibi bir Kürt sorunumuz ve Cumhuriyetin İslamlaştırılması yönünde toplumsal dönüşümler yaşatılmaya çalışılan dinsel ve etnik dogmaları bünyesinde barındıran bir siyasetimiz oldu.
SORU 3. İyi de, bütün bunlar AB-ABD’nin yönlendirmesiyle olmadı mı?
Onlar istedi. Bizimkiler yaptı. Şimdi işi niye yokuşa sürüyorlar?
Gözümüzün içine bakarak yapılan bu söylemler, aslında kimsenin toplumu dikkate almadığını, sadece “körler sağırlar birbirini ağırlar” sözüne sadık kalarak, kendi kendilerine bir hayal dünyasında yaşadıklarını gösteriyor. İster istemez de, yaşanan o hayal dünyasının yaşayan somut varlıkları olan toplumların, daha çok çile çekeceğidir. Bu anlatılanların hiç birinin toplumun yaşadığı sorunlara çözüm olmadığı, sadece kendi aralarındaki bu paylaşım savaşlarında insanların piyon olarak kullanıldığı gerçeğini görmek zorundayız.
Psikologlar, toplum psikolojisinin bozulduğunu ve toplumun ciddi bir travma yaşadığını, bundan dolayı da insanlarda davranış ve kişilik bozukluğu olduğunu söylüyor.
Her gün geçim derdinin yanında, bir de böyle insanın zekasını küçümseyen ve aptal yerine koyan söylemler karşısında insanın ruh sağlığını koruyabilmesi ne kadar mümkün olabilir ki?
SAADET TOKSÖZ.
Bugün, ülke gündemini belirleyen haber başlıklarına bakınca, nasıl bir çelişkinin ve hayal dünyasının içinde tutulmaya çalışılıyoruz? Diye sormadan edemedim. Aynı zamanda, “Biz gerçekten zeka seviyesi düşük bir toplum muyuz?” ki, böyle bir muameleye maruz kalıyoruz diye düşünmeden de edemiyorum. Yaşanan olaylara ve yapılan söylemlere bakınca, böyle bir sonuç çıkıyor.
Konuya, Başbakanın bir açıklamasıyla başlamak istiyorum.
Haber başlığı şöyle: “HALKIMIZIN VİCDANINA SÖZCÜLÜK ETTİK”
İsrail’in Konya’daki “Anadolu Kartalı” tatbikatından dışlanmasına karşılık, Başbakanın yaptığı açıklama:
“İsrail Gazze’de kitle imha saldırılarıyla kadın-çocuk demeden 1500 kişiyi öldürdü. Goldstone raporu var. Halkımızın vicdanını göz önüne aldık. Çünkü halkım İsrail’in tatbikata katılmasını istemiyordu”
SORU 1: İsrail bunu ilk defa mı yapıyordu? Yoksa siz yeni mi fark ettiniz?
SORU 2: İsrail’in Konya’daki 3’üncü ana jet üssünde eğitim ve tatbikat yapmasına, halkın isteği doğrultusunda mı karar verilmişti? Şimdi halkın istekleri doğrultusunda kararlar alınıyor.
Böyle, inandırıcılıktan çok uzak açıklamalara, insanların inanmasını beklemek ya da kimsenin inanmayacağını bilmesine rağmen konuşmak, halkın zekasını küçümsemeye çalışmak demek değil midir?
* * *
Bir başka başlık: “DOSTLUK GALİP GELDİ”
İnsanların dostluk anlayışı futbol maçına endeksli olması, medeniyet açısından ne kadar yol alındığını gösteren çok önemli bir bulgu…
Bilseydik çok daha önce yapardık!
Hatta PKK ile de dostluk maçı yapılsa da, bu problem ortadan kalksa..
“Türkiye’nin ilk golünden sonra ilk kutlama, Ermenistan Cumhurbaşkanı’ndan…”
Centilmenliğe bakar mısınız?
Diğer yandan Ermenistan halkının, imzalanan protokoller için sokaklara dökülüp, olayı protesto etmelerini sanırım kimse dikkate almıyor. Demek ki, kendi hükümeti tarafından dikkate alınmayan tek halk biz değilmişiz. Bu da bizim için bir teselli kaynağıdır.
SORU1: Protokol imzalanmasına rağmen, Türk hükümetinin “Karabağ olayı çözülmeden sınırların açılmayacağı” şartı ileri sürdüğü dedikodusuna rağmen, Ermenistan Hükümetinin bu konuda taviz vermeyen tutumu karşısında “Ne tür ya da hangi konularda bir uzlaşma sağlandı?
SORU2: En önemlisi de, eğer Ermenistan Hükümeti, Türk hükümetinin şartını yerine
getirmezse futbol maçıyla yakalanan bu dostluğa ne olacak?
SORU3: Merak ettiğim bir başka konuda, diasporadan futbol maçına katılım oldu mu? Onlar bu dostluğa nasıl bakıyorlar?
Bu sözde dostluğa halk olarak inanmak isteriz ama, “biz tarih yapıyoruz” diyenlerin, gerçekten de tarih mi yaptıklarına, yoksa bizimle kafa mı bulduklarına? Henüz karar verebilmiş değiliz.
* * *
Bana göre günün en önemli açıklaması, TÜSİAD Uluslararası Koordinatörü Bahadır Kaleağası’ndan geldi.
Başlık şöyle: “TÜRKİYE’NİN BEŞ YILDA AB’ YE ÜYELİK KOŞULLARI”
Özellikle, 1’inci madde çok ilgimi çekti.
Şöyle diyor: “ 1. Kopenhag kıstaslarına uyum: Demokrasi, hukuk devleti, laiklik, insan hakları, düşünce özgürlüğü, bağımsız yargı, özgür medya”
SORU 1. Bütün bu kriterleri biz bu hükümetle mi yerine getireceğiz?
İyi de AB’nin bize verdiği karnede, hükümetimizin icraatlarına verilen notlarda, bütün bu sayılan maddelerden sınıfta kaldığını görüyoruz. Benim aklıma şöyle bir şey geliyor. AB, ya hükümetimizin icraatlarına bakıp, kriter geliştiriyor ya da onlar da bizimle kafa buluyorlar.
Niye derseniz?
“Devam eden Ergenekon soruşturması ile hukukun egemenliği daha işlevsel hale geldi” diyerek, bize sınıf atlatırken, “Ergenekon davasında, hukuk kurallarına, özellikle sanık haklarına uyulmalı” diyerek, bizi sınıfta bırakıyorlar.
SORU 2. Şimdi biz bu durumdan ne anlamalıyız? Hukuk devleti olarak, bu konuda geçtik mi yoksa sınıfta mı kaldık?
Bence onların da bu konuda kafaları bayağı karışmış.
Bir de, üyelik koşulları için olması gereken 4’üncü maddeye de dikkatinizi çekmek istiyorum.
4. Madde: “Çağdaş, dinsel ve etnik dogmalardan arınmış bir merkez sağ ile çağdaş ve Avrupalı bir merkez sola açılan siyasal partiler yelpazesi ve demokrasi kültürü” olması gerekiyormuş.
Bundan 8 yıl önce ülkenin tek problemi ekonomik sorunlar iken, AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte, PKK terörü hortlatılarak, nur topu gibi bir Kürt sorunumuz ve Cumhuriyetin İslamlaştırılması yönünde toplumsal dönüşümler yaşatılmaya çalışılan dinsel ve etnik dogmaları bünyesinde barındıran bir siyasetimiz oldu.
SORU 3. İyi de, bütün bunlar AB-ABD’nin yönlendirmesiyle olmadı mı?
Onlar istedi. Bizimkiler yaptı. Şimdi işi niye yokuşa sürüyorlar?
Gözümüzün içine bakarak yapılan bu söylemler, aslında kimsenin toplumu dikkate almadığını, sadece “körler sağırlar birbirini ağırlar” sözüne sadık kalarak, kendi kendilerine bir hayal dünyasında yaşadıklarını gösteriyor. İster istemez de, yaşanan o hayal dünyasının yaşayan somut varlıkları olan toplumların, daha çok çile çekeceğidir. Bu anlatılanların hiç birinin toplumun yaşadığı sorunlara çözüm olmadığı, sadece kendi aralarındaki bu paylaşım savaşlarında insanların piyon olarak kullanıldığı gerçeğini görmek zorundayız.
Psikologlar, toplum psikolojisinin bozulduğunu ve toplumun ciddi bir travma yaşadığını, bundan dolayı da insanlarda davranış ve kişilik bozukluğu olduğunu söylüyor.
Her gün geçim derdinin yanında, bir de böyle insanın zekasını küçümseyen ve aptal yerine koyan söylemler karşısında insanın ruh sağlığını koruyabilmesi ne kadar mümkün olabilir ki?
SAADET TOKSÖZ.
ÖNÜZMÜZ AÇIK, YOLUMUZ AYDINLIK!
NE GÜNLERE KALDIK?
Eğer AKP veya DTP saflarında değilseniz, birliği beraberliği savunmak, Türklüğü savunmak, Türkçe konuşmayı savunmak çok ciddi suç unsuru oluşturuyor. Hele bölünmeyelim diyorsanız, yandınız. Soluğu savcının karşısında alıyorsunuz. Ülkeyi bölmeye çalışmakla suçlanıyorsunuz. En sonunda Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ da bu durumdan nasibini aldı.
Vatana millete hayırlı uğurlu olsun!
Biz ayrı dil, ayrı bayrak, ayrı devlet isteriz diyenler, bugünlerde iyi prim yapıyor. Hükümetimiz işi gücü bırakıp, bunların isteklerini nasıl yerine getiririz diye kendini paralıyor.
Çok çalışıyorlar!!
Bu arada insanlar işsizlikten kırılıyor, iş yerleri kapanıyor, herkes cinnet geçirip birbirini kesip doğruyor, hükümetimiz demokratik açılım dedikleri ne olduğu bilinmeyen söylemlerle milli birliği sağlamaya çalışıyor.
Adamlar daha ne yapsınlar? Demokratik açılımla karnını doyurmak varken…
Bu millet de çok nankör oluyor!!!
Şu Deniz Feneri ile son durum nedir? Bilen var mı?
Umarım bu dünyadan göçmeden davanın akıbetini öğrenebilme şansına nail olabiliriz. Yoksa gözüm açık gidecek.
Son gelen haberler arasında Başbakanın kıyafetlerinin kumaşlarını Kuzey Irak’tan getirttiğini öğrenince çok mutlu oldum. Aferin!
İlk önceliğimiz, yanı başımızdaki, kuyumuzu kazan sözde devletlerin kalkınmasına yardımcı olmaktır. Millet burada işsizlikten kırılırken, büyük iş adamlarımızın devlet eliyle orada yatırımlar yaptığını öğrenmek, bizleri çok onurlandırıyor. Amerika yapılan bu iyiliğin altında kalmaz umarım…
Bankalar arası kart merkezi tarafından yapılan açıklamaya göre, bayramda son beş yılın kredi kartı rekoru kırılmış. Yani, millet olmayan parasını doya doya harcamış.
Helal olsun!!
Ülkemiz kalkınıyor!!
Neyse Cem Garipoğlu şu kafa koparma olayı ile milleti oyalayınca hükümet de biraz rahat nefes aldı. Bu arada neler kaçırdık asıl ben onu merak ediyorum. Yani, kapalı kapılar arkasında millet olarak daha nelere eyvallah dedik, ilerleyen günlerde ortaya çıkacaktır. Hani çocuğun elinden şekerini almak için bak uçak geçiyor dersin ya… Bu durum da ona benziyor. Durmadan bizi bir yerlere baktırıyorlar. Bu arada atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Bu hazmede hazmede dedikleri böyle bir şey mi oluyor acaba?
Kültür Bakanı açılımın, Atatürk Devrimlerinin devamı olduğunu söylüyor ama devrimin içeriği hakkında tek kelime yok. Anlaşılan açılımın içeriği daha oluşturulmamış. En komiği de iktidarın, muhalefete elinde boş kağıtla gidip, siz buraya imza atın biz üstünü dolduracağız demeleriydi.
Ne kadar akıllı insanlar tarafından yönetildiğimizi görmek, beni çok mutlu ediyor!!
Siz de olun!!
Merak etmeyin!!
Sahip olduğumuz bu adalet ve kalkınmayla önümüz açık, yolumuz aydınlık!!
Aç karnına, vur patlasın çal oynasın!!
SAADET TOKSÖZ.
Eğer AKP veya DTP saflarında değilseniz, birliği beraberliği savunmak, Türklüğü savunmak, Türkçe konuşmayı savunmak çok ciddi suç unsuru oluşturuyor. Hele bölünmeyelim diyorsanız, yandınız. Soluğu savcının karşısında alıyorsunuz. Ülkeyi bölmeye çalışmakla suçlanıyorsunuz. En sonunda Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ da bu durumdan nasibini aldı.
Vatana millete hayırlı uğurlu olsun!
Biz ayrı dil, ayrı bayrak, ayrı devlet isteriz diyenler, bugünlerde iyi prim yapıyor. Hükümetimiz işi gücü bırakıp, bunların isteklerini nasıl yerine getiririz diye kendini paralıyor.
Çok çalışıyorlar!!
Bu arada insanlar işsizlikten kırılıyor, iş yerleri kapanıyor, herkes cinnet geçirip birbirini kesip doğruyor, hükümetimiz demokratik açılım dedikleri ne olduğu bilinmeyen söylemlerle milli birliği sağlamaya çalışıyor.
Adamlar daha ne yapsınlar? Demokratik açılımla karnını doyurmak varken…
Bu millet de çok nankör oluyor!!!
Şu Deniz Feneri ile son durum nedir? Bilen var mı?
Umarım bu dünyadan göçmeden davanın akıbetini öğrenebilme şansına nail olabiliriz. Yoksa gözüm açık gidecek.
Son gelen haberler arasında Başbakanın kıyafetlerinin kumaşlarını Kuzey Irak’tan getirttiğini öğrenince çok mutlu oldum. Aferin!
İlk önceliğimiz, yanı başımızdaki, kuyumuzu kazan sözde devletlerin kalkınmasına yardımcı olmaktır. Millet burada işsizlikten kırılırken, büyük iş adamlarımızın devlet eliyle orada yatırımlar yaptığını öğrenmek, bizleri çok onurlandırıyor. Amerika yapılan bu iyiliğin altında kalmaz umarım…
Bankalar arası kart merkezi tarafından yapılan açıklamaya göre, bayramda son beş yılın kredi kartı rekoru kırılmış. Yani, millet olmayan parasını doya doya harcamış.
Helal olsun!!
Ülkemiz kalkınıyor!!
Neyse Cem Garipoğlu şu kafa koparma olayı ile milleti oyalayınca hükümet de biraz rahat nefes aldı. Bu arada neler kaçırdık asıl ben onu merak ediyorum. Yani, kapalı kapılar arkasında millet olarak daha nelere eyvallah dedik, ilerleyen günlerde ortaya çıkacaktır. Hani çocuğun elinden şekerini almak için bak uçak geçiyor dersin ya… Bu durum da ona benziyor. Durmadan bizi bir yerlere baktırıyorlar. Bu arada atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Bu hazmede hazmede dedikleri böyle bir şey mi oluyor acaba?
Kültür Bakanı açılımın, Atatürk Devrimlerinin devamı olduğunu söylüyor ama devrimin içeriği hakkında tek kelime yok. Anlaşılan açılımın içeriği daha oluşturulmamış. En komiği de iktidarın, muhalefete elinde boş kağıtla gidip, siz buraya imza atın biz üstünü dolduracağız demeleriydi.
Ne kadar akıllı insanlar tarafından yönetildiğimizi görmek, beni çok mutlu ediyor!!
Siz de olun!!
Merak etmeyin!!
Sahip olduğumuz bu adalet ve kalkınmayla önümüz açık, yolumuz aydınlık!!
Aç karnına, vur patlasın çal oynasın!!
SAADET TOKSÖZ.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)